Sputnik

953

Soğuk savaşın kendini en şiddetli hissettirdiği günlerde, ABD ve Sovyetler birliği nükleer bir açmazın içerisindeydiler. Ekim 1957’de Sovyetler Birliği dünyanın ilk uydusunu yörüngeye fırlattı. Bununla birlikte “Uzay Çağı” ve de çeyrek asır sürecek olan uzay yarışı başlamış oldu.

Sputnik basitliğin tam karşılığıydı. İçerisindeki batarya, antenler ve devamlı tekrarlayan radyo sinyalleri göndermesini sağlayan bir radyo vericisinden ibaretti. Hiçbir şey görmedi, hiçbir şey duymadı. Yaptığı tek şey hiç durmadan “bip”lemekti. Üç hafta sonra bataryaları tükendi. Üç ay içerisinde de tekrar atmosfere girerek yandı ve ortadan kayboldu.

İstihbarat Savaşları

50’li yılların başlarında, iki küresel güç, ABD ve Sovyetler Birliği (SSCB) için en önemli önceliklerden birisi, birbirlerinin askeri güçleri ve hareketliliklerini, stratejik sanayi bölgelerini ve nükleer silah kapasitelerini ve de yerleşimlerini tespit etmek ve gözetlemekti.

USS AMERICA uçak gemisinin uçuş güvertesinde parketmiş halde duran U-2 keşif uçağı. (Fotoğraf: US Navy)
USS America uçak gemisinin uçuş güvertesinde parketmiş halde duran U-2 keşif uçağı. (Fotoğraf: US Navy)

Başlangıçta, özellikle ABD tarafından yaygın kabul gören konsept, Japonya, Kore, Türkiye, İngiltere gibi müttefik ülkelerden havalanan, güçlü kameralar ve detektörler taşıyan casus uçaklar ile karşı tarafın hava sahasına gizlice girmek, hedef bölgeler üzerinde gözlemler gerçekleştirdikten sonra da bölgeden ayrılmak üzerine kuruluydu. Sovyetler Birliği’nin de bilgi edinmek için benzer bir strateji izlediğini söylemek mümkün.

Lockheed U-2'de kullanılmış olan keşif kamerası.
Lockheed U-2’de kullanılmış olan keşif kamerası.

Ancak o yıllarda en gelişmiş uçaklar bile belirli bir irtifa ve hızın üzerine çıkamıyor, sık sık radarlar tarafından tespit ediliyor, uçaksavar silahlarının ve avcı uçaklarının hedefi oluyorlardı. Bu vakalar can kaybına yol açmasalar dahi, ortaya çıkmalarıyla birlikte büyük politik krizlere neden oluyorlardı.  Daha güvenilir, gizli ve aralıksız yapılacak casusluk gözlemleri için ortaya atılan fikir ise yörüngeye yerleştirilecek yapay uydulardı.

Uzay Yarışı Başlıyor

Uzay yarışı aslında 1930’lu yılların başlarına, Weimar Cumhuriyeti’nin son yıllarına kadar uzanıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan Versailles Antlaşması’yla birlikte Almanya’nın büyük çaplı ve uzun menzilli toplar geliştirmesi ve üretmesi yasaklanmıştı. Bu topların yerine başka bir silah koymaya çalışan Almanya, Karl Emil Becker, Walter Dornberger ve Leo Zanzssen gibi mühendislerden oluşan küçük bir ekiple, yüksek irtifalara çıkacak ve kısa sürede uzun mesafeleri katedecek yeni bir silah olan sıvı yakıtlı roketler üzerine çalışmaya başladı. Ekibe daha sonra, o zamanlar genç bir havacılık mühendisi olan ve roketleri kullanarak uzayı fethetme hayalleri kuran Wernher von Braun gibi isimler de dahil oldu. Aynı ekip İkinci Dünya Savaşı boyunca da Nazi Almanyası için roket geliştirme çalışmalarına devam etti. Hatta 1942 yılında Peenemünde Roket Merkezi’nden fırlatılan 13 tonluk V-2/A4 roketi, o tarihlerde uzayın başlangıcı olarak kabul edilen 85 km irtifaya çıkan ilk insan yapımı nesne olmuştu.

İlk sıra, soldan sağa, General Dr Walter Dornberger, General Friedrich Olbricht, Albay Heinz Brandt, ve Wernher von Braun, Peenemünde, Mart 1941.
İlk sıra, soldan sağa, General Dr. Walter Dornberger, General Friedrich Olbricht, Albay Heinz Brandt, ve Wernher von Braun, Peenemünde, Mart 1941.

Savaşın sonunda Almanya’nın teslim olmasıyla beraber, Amerikan, İngiliz ve Sovyet istihbarat teşkilatları, hem Alman roket bilimcileri, hem de roket teknolojisi ve sistemlerini ele geçirme yarışına tutuştular. Her üç ülke de bu mücadeleden hatırı sayılır oranda kazançlı çıktı ama Von Braun gibi en yetenekli ve üst düzey mühendisler ve bilim insanları ABD tarafından ele geçirildiler. Bunlar sonraki yıllarda da ülkenin uzay programının gelişmesinde önemli katkılar sunacaklardı.

Sovyetler Birliği tarafından ele geçirilenlerin ise roket üretiminde doğrudan çalışması yasaktı. Bunun yerine sorun çözücü ve danışman olarak görev yapıyorlardı.

Nazi’ler tarafından İngiltere ve Fransa’yı vurmak için üretilen V2 roketleri üretimlerindeki zahmet ve maliyet düşünüldüğünde etkisiz silahlardı ve asıl amaçları olan korku ve terörü yaratmaktan da oldukça uzaklardı. Aynı zamanda eşi görülmemiş bir özelliğe sahiplerdi. Bunlar tarihte üretimi sırasında ölen insan sayısı, etkisiyle ölen insan sayısından fazla olan tek silahtı. Ama V2’nin stratejik önemi, gelecek için ne anlama geldiğiydi. Önce kıtalararası balistik füzelerin, sonrasında ise uyduları ve insanları uzaya taşıyan roketlerin çıkış noktasını oluşturdular.

Yapay “Ay’lar”

Önce ABD, ardından Sovyetler Birliği’nin nükleer silahlara sahip olması, her iki ülke için de hem uzun menzilli balistik füzelere, hem de düşmanın silahlarını gözlemleyecek teknolojiye ilk önce sahip olma mücadelesini kaçınılmaz hale getirdi.

Aralık 1957’de Sovyetler Birliği’nin roket programı başmühendisi Sergey Korolev uzaya çeşitli amaçlar için kullanılabilecek yapay uydular gönderme fikrini ve planlarını ortaya koymuştu.

Sovyet biliminin üç önemli figürü, Sergey Korolev, Igor Kurchatov ve Mstislav Keldysh birlikte.
Sovyet biliminin üç önemli figürü, Sergey Korolev, Igor Kurchatov ve Mstislav Keldysh birlikte.

29 Temmuz 1956’da Beyaz Saray basın sekreteri James C. Hagerty, Birleşik Devletler’in Temmuz 1957 ve Aralık 1958 arasında, Uluslararası Jeofizik Yılı kapsamında “küçük dönen uydular” fırlatacağını duyurdu. Dört gün sonra, Kopenhag’da toplanan 6. Uluslararası Uzay Federasyonu Kongresi’nde Leonid Sedov gazetecilere ülkesinin de “yakın gelecekte”  bir uydu fırlatmak istediğini söyledi.

Korolev 30 Ağustos 1955’te Sovyet Bilimler Akademisi’ni, amacı yörüngeye ulaşmakta Amerikalıları yenmek olan bir komisyon kurulması konusunda ikna etmeyi başardı. Bu Uzay Yarışı’nın fiili başlangıcıydı.

Başlangıçta, Başkan Eisenhower bir ülkenin 100 km üzerinden geçen bir uydunun onun hava sahasını ihlal etmek anlamına geleceğinden endişeleniyordu. Eisenhower ve danışmanları, bir ülkenin hava sahasının Karman sınırı olarak tanımlanan dış uzaya kadar ulaşmadığını düşünüyorlardı ve bu uluslararası kanun temelini oluşturmak için 1957-58 Uluslararası Jeofizik Yılı’ndaki fırlatmaları kullandılar.  Eisenhower aynı zamanda fırlatma araçları olarak askeri füzeleri kullanırlarsa bir krize yol açacaklarını düşünüyordu. Bu nedenle Donanma Araştırma Laboratuarı’nın henüz denenmemiş Vanguard roketi seçildi. Bu, von Braun’un ekibinin yörüngeye bir uydu yerleştirmek için Jupiter-C roketini kullanamayacağı anlamına geliyordu. 20 Eylül 1956’da von Braun ve ekibi bir uyduyu yörüngeye taşıma kabiliyeti olan bir Jupiter-C roketi fırlatmışlardı, ama bu fırlatma yalnızca bazı yörünge altı sistemlerinin denenmesi içindi.

İlk yıllarda Sovyet fırlatma araçlarının evrimi. Soldan sağa R-7 (kıtalararası balistik füze), Sputnik fırlatma aracı, Vostok fırlatma aracı, ve Soyuz fırlatma aracı.
İlk yıllarda Sovyet fırlatma araçlarının evrimi. Soldan sağa R-7 (kıtalararası balistik füze), Sputnik fırlatma aracı, Vostok fırlatma aracı, Voshkod fırlatma aracı ve Soyuz fırlatma aracı.

Korolev, von Braun’un denemesini öğrendiğinde bunun başarısız bir uydu görevi olduğunu düşündü ve kendi uydusunu yörüngeye taşıma planlarını hızlandırdı. Kendi R-7 Semyorka roketi bütün Amerikan araçlarından ciddi anlamda daha güçlü olduğu için, birincil uydu tasarımı olarak “Nesne D”yi geliştirdi. D ismi, nükleer silah başlıkları olan A, B, V ve G isimli diğer R-7 yüklerinden ayırmak için verilmişti. Nesne D, 300 kilogramı Yer’i fotoğraflayacak, radyasyon seviyelerini ölçecek ve manyetik alanı inceleyecek bilimsel enstrümanlar olmak üzere 1,400 kilogramlık ağırlıyla önerilen Amerikan uydularını gölgede bırakıyordu.

R-7 Semyorka (NATO kod adıyla SS-6 Sapwood). (Görsel: Heriberto Arribas Abato)
R-7 Semyorka (NATO kod adıyla SS-6 Sapwood). (Görsel: Heriberto Arribas Abato)

Ön tasarım Temmuz 1956’da tamamlandı ve uydunun yürüteceği bilimsel görevler tanımlandı. Bir yer istasyonları sistemi bu gözlemlerde elde edilecek verileri toplayacak, uydunun yörüngesini takip edecek ve uyduya komutlar gönderecekti. Sınırlı zaman aralığı nedeniyle gözlemlerin 7-10 gün sürmesi düşünülüyordu ve yörünge hesaplamalarının çok isabetli olması beklenmiyordu.

Sputnik

Ancak uydunun tasarım ve üretimiyle ilgili planlar istenildiği gibi yürümüyordu. 1956’nın sonunda bilimsel enstrümanları üretmekte yaşanan zorluklar ve R-7 motorlarının beklenenden düşük özgül itkisi nedeniyle “Nesne D”nin zamanında fırlatılamayacağı anlaşıldı. Nihayetinde hükümet fırlatma tarihini Nisan 1958 olarak değiştirdi. Nesne D daha sonra Sputnik 3 olarak uçacaktı.

ABD’nin kendilerinden önce bir uydu fırlatacağından korkan Korolev bir uydu yaratmak ve Uluslararası Jeofizik Yılı’ndan önce, Nisan-Mayıs 1957’de fırlatmayı önerdi. Ağır bilimsel enstrümanlardan vazgeçilerek basit bir radyo vericisi taşıyacak olan yeni uydu basit, hafif ( 100 kg’dan az) ve yapımı kolay olacaktı. 15 Şubat 1957’de Sovyetler Birliği Bakanlar Kurulu “Nesne PS (prosteişy sputnik ya da basit uydu)” olarak isimlendirilen bu uyduya izin verdi. Özellikle parlatılan bu versiyon Yer’den gözle takip edilebilecekti ve aşağıdaki alıcı istasyonlara, hem bir meteorit gövdesini deldiği takdirde anlaşılmasını sağlayacak hem de termosferin yoğunluğunu anlamayı sağlayacak değişken kısa dalga radyo frekanslarında takip sinyalleri gönderecekti.

İki uydunun, PS-1 ve PS-2’nin iki R-7 roketiyle fırlatılmasına, fırlatma araçlarının başarılı şekilde test edilmesi şartıyla izin verildi.

Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri Ulusal Müzesi Füze&Uzay galerisinde sergilenen Sputnik-1 modeli. (Fotoğraf: U.S. Air Force )
Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri Ulusal Müzesi Füze&Uzay galerisinde sergilenen Sputnik-1 modeli. (Fotoğraf: U.S. Air Force )

Sputnik’in fırlatılmasına giden yolu açan Ağustos ve Eylül’deki ilk başarılı R-7 denemeleriyle birlikte Korolev’in morali düzelmişti. Amerikalıların 6 Kasım 1957’de Ulusal Bilimler Akademisi’nde gerçekleşecek bir Uluslararası Jeofizik Yılı konferansında , “Gezegen Üzerinde Uydu” adlı bir makaleyle birlikte çığır açan bir buluş duyuracağı söylentileri üzerine Korolev, von Braun’un uydu taşıyan bir Jupiter-C roketini 4 ya da 5 Ekim’de fırlatabileceğini tahmin etti. Fırlatmayı öne çekerek tarihini 4 Ekim’e aldı. Mikhail Khomyakov tarafından üretilen PS-1 için fırlatma aracı, önceki denemelerde bulunan test araçlarının ve radyo ekipmanlarının çoğu bulunmayan değiştirilmiş bir R-7 -araç 8K71PS numara M1-PS- idi.

Eylül ayında Tvura-Tam’daki Sovyet füze üssüne ulaştı ve Fırlatma Alanı Bir’de görevi için hazırlanmaya başladı. 4 Ekim 1957 Cuma günü, Moskova saatiyle tam 10:28:34’te, R-7, 36 2 mm gövde kalınlığına ve 1 mm kalınlığında cilalanmış ısı kalkanına sahip, alüminyum-magnezyum-titanyum alaşımı, amatör radyocuların bile alabileceği düşük frekanslı dalgalar yayan 2.4 ve 2.9 metre uzunluğunda iki çift anten taşıyan ve Sputnik-1 olarak adlandırılan uyduyla birlikte fırlatma rampasından havalandı, ve birkaç dakika sonra bu yapay “ay’ı” yörüngeye yerleştirdi.

Emniyet anahtarı. Sputnik'ten geriye kalan tek parça. (Fotoğraf: National Air and Space Museum)
Emniyet anahtarı. Sputnik’ten geriye kalan tek parça. (Fotoğraf: National Air and Space Museum)

İsminin Türkçe karşılığıyla bu “yol arkadaşı”, küçük, çapı 60 cm’den küçük ve 90 kilogramdan hafif “bipleyen” bir toptu. Ama Kamçatka’daki menzil uzak doğu takip istasyonu, Sputnik-1’in radyo vericilerinden gelen ve ilk yörüngesini tamamlamak üzere ilerlediğini gösteren ilk belirgin bip… bip… bip… seslerini alana kadar kutlama yapılmadı. Fırlatmadan 95 dakika sonra uydu fırlatma alanının üzerinden geçti ve radyo sinyalleri Tyura-Tam’daki mühendisler ve askeri personel tarafından yakalandı; işte o zaman Korolev ve ekibi Dünya’nın yörüngesine yerleştirilmiş ilk başarılı yapay uyduyu kutladılar.

Sputnik’in yapımı ve fırlatılışına dair görüntülerden bir kolaj. (Video: Videokosmos)

 

Sonraki bölüm: Sputnik Krizi…

Kaynaklar:

Korolev, Sputnik, and The International Geophysical Year

Radio

Korolev and Freedom of Space